TUHAFTIR İLK GİDİLEN YOLLAR
Uzun bir yolculuğun ardından otobüs Kars terminaline vardı. Aynı otobüste olmalarına rağmen birbirlerinden habersiz Nimet ve Ali, Kars şehrine ilk defa gelmiş olmanın şaşkınlığıyla indi İzmir'den gelen otobüslerinden. Yolculuk boyunca muavinleri olan yirmili yaşlardaki çalışanın bagajlarını vermesiyle şehir merkezine gidecek olan otobüse yönelmişlerdi. Bagajları gelişigüzel bir kez daha yerleştirildikten sonra bu sefer de diğer yolcularla birlikte gelişigüzel yerlere oturulmuş ve otobüslerinin kalkışını beklemeye koyulmuşlardı.
Kars şehri yaz mevsimini uğurlamış kışa hazırlanıyordu. Eylül ayı bu geçişkenliğini fazlasıyla hissettiriyordu Kars halkına. Coğrafya derslerinden bildiğimiz Erzurum-Kars Platosu'nun üzerine kurulmuş geniş düzlüklere sahip bir şehirdi burası. Denizden fazlaca yüksek olması, görünüşüne aldanmamayı öğretmişti bu şehrin yaşayanlarına.
Nimet, Muğlalı bir ailenin iki kızından büyük olanıydı. Çocukluğu Muğla'da ve yazlık evlerinin bulunduğu Marmaris'te geçmişti. Üniversite giriş sınavında çok istediği tıp fakültesini kazanarak İzmir'e gitmişti. İzmir'de geçirmiş olduğu öğrencilik yıllarının güzelliği, dostları, arkadaşları, sevgilileri, Konak'ta içilen öğrenci işi biralar, Kıbrıs Şehitliği'nde herhangi bir mekanda sabahladığı günler yakın bir geçmişti artık. Nimet üniversiteden mezun olarak Hipokrat yeminini etmiş ve artık doktor olmuştu. Nimet, çıkmaya hazırlandıkları öğrenci evinde öğrenmişti ilk tayin yerini; Digor. Digor'un sadece varlığından haberdardı ve orayla ilgili en ufak bir fikri bile yoktu. Tercih edeceği yerlerin sonunda bulunan ve birazda öylesine yazılan bu küçük ilçe ilk görev yapacağı yerdi artık. Yaşadığı şaşkınlıkla beraber internetten Digor hakkında bilgi edinmeye çalıştı ilk olarak. Kars'ın doğusunda yer alan üç bin nüfuslu küçük bir yerleşim yeriydi, bölge halkı tarım ve hayvancılıkla uğraş halindeydi, kürt nüfusa sahipti, doksanlı yıllarda yaşanmış çatışmalardan payına düşeni almış bir yerdi... İnternetten edinmiş olduğu bilgilerin ön yargısıyla Digor'u ve halkını kafasında şekillendirmeye çalışıyordu Nimet ve bu duygular Kars yolculuğunda da eşlik etmişti, bir an olsun aklından çıkaramamıştı.
Şehir içi otobüsü şehre vardı ve yolcuların bir kısmını indirdi. Otobüs, Faik Bey Caddesi'nde bulunan yazıhanenin önüne yanaşırken, otobüs kaptanı da; ' Digor'a gidecek olan yolcularımız burada inecektir. Hemen önümüzdeki sokak Digor Pazarı'dır, o sokağın yüz metre ilerisinde sol tarafta Digor Garajı var, köylerine ve ilçe merkezine minibüsler oradan hareket eder.' sözleriyle buralara yolu ilk defa düşenlere rehberlik yapmış oldu. Nimet ve Ali'yle birlikte iki kişi daha indi otobüsten. Bagajların alınmasıyla birlikte, tıpkı otobüs şoförünün dediği istikamette, her biri ayrı ayrı Digor Garajı'nın yolunu tuttu.
Digor Garajı'ndan her saat başı Digor'a transit minibüsler hareket eder. Garaj yazıhanesinin sağında ve solunda bulunan kahvehaneler, Kars'ta yaşayan Digorluların ve Kars'a herhangi bir işini halletmek için gelen ve minibüs saatini bekleyen Digorluların uğrak yeridir. Gerçi yazıhanenin de bu mekanlardan bir farkı yoktur. Herkes birbirini tanıdığından yerel bir sohbetin başlaması çok rahat bir şekilde gerçekleşir. O bölgeye yabancı olan kişilerse çok rahat seçilir; eğer öyle bir kişi minibüsünü bekliyorsa, niçin buraya geldiği üzerine bir sohbet açılır, her ağızdan farklı bir söylem çıkar ve konuşulan dil Kürtçedir. Minibüslerini bekleyen Digorlular kaçak sigara içer, tek tük tekelden alınıp içilen sigara da yok değildir.
Nimet yazıhanenin önünde beklerken minibüsü, Ali ise yazıhanenin içinde bulunan eskiden bozma koltuklara yayılarak beklemeyi tercih etti. Nimet, geçmeyen dakikaları meşgul kılmak adına sırt çantasında taşıdığı sigara paketinden bir sigara alarak dudaklarının arasına sıkıştırdı. Üç yıl önce Kordon'da arkadaşlarıyla oturduğu yerde bulmuş olduğu iyi marka çakmağıyla sigarasını yakan Nimet, ilk nefesi doyasıya içine çekerken önyargılarını kıramamanın huzursuzluğunu da içinde yaşıyordu. Ali, anlamadığı Kürtçe sohbetlere kulak kabartırken, hemen yanıbaşında oturan amcanın dikkatini de çekti. Amcanın, ' yeğenim buralı değilsin herhalde' sözleri, amcayla Ali arasında başlayacak sohbetin kıvılcımı oldu. Ali'nin, ' evet amca buralı değilim. Aslen Giresunlu'yum. Öğretmenim, Digor'a atandım' sözleriyle zaten bir kaç metrekare olan yazıhanedeki diğer sohbetler kesilirken, ilgi Ali ve amcanın arasında geçen diyaloğa doğru kaydı.
" Hoş gelmişsin yeğenim, Digor küçüktür ama hoş bir yerdir. Sen de beğenirsin inşallah."
" İnşallah amca. " Ali devamını getirmek istese de ne söyleyeceğini bilemedi.
" Yeğenim, ilk görev yerin olacak herhalde Digor? "
" Öyle olacak amca.
Söze, tam karşılarında oturan kırk yaşlarında, saçı sakalı uzamış biri karışarak sohbet çemberi daha da genişledi.
" Fahrettin amca, sen de bakıyorum öğretmen beyi sorguya çekiyorsun. Kusuruna bakma amcamızın öğretmen bey.
" Estağfurullah, ne kusuru... "
Amca hemen araya girerek çıkışırcasına, ' ulan Sezai ne karışıyorsun sohbete, yeni öğretmenimizi tanıyorum işte, fena mı" sözleri, karşı tarafa cevap hakkı doğurdu.
Sezai:
" Ee, Fahrettin amca yol yorgunudur hocamız, halinden bellidir de. Bir güzel dinlensin, zaten Digor küçük yerdir tanışırız, kaynaşırız öğretmen beyle."
Sezai'nin söyledikleri Ali dahil herkesin gülmesine yol açtı. Ali gerçekten de yorgundu. Giresun'dan İzmir'e otobüsle gitmişliği vardı, ama İzmir'den Kars'a gelmek başka bir şeydi. Bir günü yolda geçen Ali'nin en uzun yolculuğu olmuştu Kars'a gelişi. Kars nasıl bir yerdi, çevresindeki insanların çoğunun yoksul olduğu hemen anlaşılıyordu. Kim bilir ne iş yapıyorlardı? Kaçının çocuğu vardı ? Kaçı hayatında kitap yüzü açma fırsatı bulmuştu ? Ali, kafasında tasarladığı soruların cevabını kendince düşünmeye koyulurken, yaşamına yeni bir sayfa açtığının farkındaydı.
Ali, Giresun'da doğmuştu ve yine orada büyümüştü. Liseyi bitirdikten sonra eniştesinin fırınında bir yıl çalışmıştı ve kendi deyimiyle dershane parasını ve harçlığını çıkarmıştı. Sonraki yıl dershane ve ev arasında mekik dokumuştu. İstediği bölüm hukuktu ve istediği üniversite İstanbul Üniversitesi'ydi. Yapılan sınavda hukuk fakültelerine puanı yetmemişti ve ilk sıraya istediği üniversitenin sınıf öğretmenliği bölümünü yazmıştı ya gelirse diyerek. Tercih sonuçları açıklandığında ikinci sıraya yazmış olduğu memleketinin üniversitesinin sınıf öğretmenliği bölümünü kazandığını öğrenmişti. Tek bildiği şehirde okumuş olduğu üniversite yaşamı pek renkli geçmemişti. Okuduğu süre boyunca aynı zamanda eniştesinin dükkanında da çalıştı. Bu süre zarfında, Ayşe adında Edirneli bir kıza da aşık olmuştu ve yıllarca bu aşkı içinde saklamıştı. Okulun bittiği yıl girdiği Kpss'den yetecek puanı alamaması sonucunda eniştesinin fırınında çalışmaya devam etmişti. İkinci kez girdiği Kpss'den de yeterli puanı alamayışı üzerine İzmir'de okuyan amcasının oğlunun birlikte ev tutma fikrine evet demişti. İzmir'de iyi bir dershaneye gidecekti ve sadece derslere odaklanacaktı. Bornova'da iki odası olan bir eve yerleşmişlerdi ve yine aynı muhitte bir dershaneye kaydını yaptırmıştı. İzmir'de geçirilen tek yılı Bornova'dan ibaretti. Ali bu kez şeytanın bacağını yapmış olduğu tercihlerin en altında bulunan otomatik atamayla kırmıştı. Ali'ye milli eğitim Digor'u uygun görmüştü. Ali artık öğretmendi ve göreve başlamadan önce bir yılının geçtiği İzmir'in bilmediği bir çok yerini gezmekle geçirmişti.
Minibüsün gelmesiyle birlikte yazıhanede bekleyenler arasında hareketlenme yaşandı. Peş peşe yakmış olduğu beşinci sigarasının sonuna gelen Nimet, son izmaritini de öncekiler gibi ayağında ezerek minibüse doğru hareketlendi. Yolcuları minibüse yerleştirecek kişi bir yandan minibüsün koltuklarına yapılacak olan dizilişi kurgularken, bir yandan da yıllardır tanışık olduğu hemşerilerinin takılmalarına laf yetiştiriyordu. Nimet ve Ali yabancıydı ve onları şoför koltuğunun sağındaki iki kişilik koltuğa yerleştirdi, diğer yolcularda kara düzen bir oturma halini aldı. Nimet cam kenarında otururken, Ali ise şoförün bitişiğindeydi. Ali'nin yazıhanede kısa bir sohbet ettiği Fahrettin amca hemen şoförün arka koltuğunda kendine yer buldu. Fahrettin amca'ya sataşan Sezai'de dolan koltuklar nedeniyle Nimet ve Ali'nin paylaştığı koltuğun hemen arkasında bir tabureye yerleşti. Dolan minibüs kalkmaya hazırdı artık, kahvehanelerde ve yazıhanede yarım kalan sohbetler bir şekilde kaldığı yerden devam etmekteydi.
Şoförün kontak anahtarını çevirmesiyle birlikte motordan yayılan ses, minibüsün içinde gerçekleşen tüm sohbeti bastırdı. Yazıhane çalışanıyla ufak bir sohbete tutuşan minibüs şoförü lafı uzattıkça uzatıyordu. Minibüsteki yolcuların söylenmelerine aldırış etmeyen şoför, bir yandan sohbetine devam ederken, bir yandan da hemen yanında oturan iki kişiyi süzüyordu. Dakikalar sonra hareket eden minibüs nihayet Digor yönüne doğru gitmekteydi. Nimet, telefonunu kurcalarken, Ali ise Kars şehrinin sokaklarını incelemekteydi. Bir kaç tane Rus yapısını da bu esnada gördü. Bir kaç dakika ilerledikten sonra Kars'ı geride bırakan minibüs, Iğdır-Kars karayolunun tek şeritlik yolundaydı artık. Karayolunun hemen sağındaki toplu konutların geride bırakılmasıyla birlikte, Digor'un kırk kilometre uzakta olduğunu belirten tabela da belirdi. Minibüsteki sohbetlerin konusu değiştikçe değişiyordu. Şoförün, cd çaları açmasıyla birlikte en son dinlenmiş olan kürtçe ezgi de kaldığı yerden hafif bir cızırtı eşliğinde minibüstekilere eşlik etmeye başladı. Çalan müzikle birlikte devam eden sohbetler de kendiliğinden sonlanırken, Fahrettin amcanın Ali'yi kastederek şoföre yönelttiği, ' öğretmenimiz yenidir Musa, artık o da Digorlu'dur' söylemiyle birlikte şoför Musa, Ali'ye yüzünü dönerek ' hoş gelmişsin hocam bizim buralara, memleket neresidir' dedi. Ali, kısık bir sesle ' hoşbulduk, Giresunlu'yum' karşılığını verdi.
' Hocam, ellerinden öper, benim üçüncü oğlan da bu yıl okula başlayacak. Büyükler de düşe kalka okuyor işte. Türkçeyi okulda söktüler, çarpım tablosu mudur nedir onu da ezberlemeleri gerekiyormuş, ama bir türlü beceremediler. Ben de en fazla okumayı sökebildim, sonra bıraktım; ilkokul üçte. Aha yirmi yıldır da şoförlük yaparım.'
Ali ilk başta ne diyeceğini bilemedi. Önce Nimet'in elindeki telefona gayriihtiyari bakındı, sonra da bir kaç söz söylemesi gerektiğini düşündüğünden olsa gerek konuşmaya başladı:
" Şartlar zor olunca, okumakta zorlaşıyor. Ben de zorlandım kendimce, iki yıl önce mezun oldum ve yeni atandım"
" Hocam, ne öğretmeniydin"
"Sınıf öğretmeniyim"
" Bizim miniklere Türkçe öğreteceksin, ilk o zaman." Şoför Musa'nın son sözleri gülüşmelere neden oldu.
" Yav, hocayı sıkıştırma Musa. Yol yorgunudur, uykusuzdur. Digor'a gelmeden usandırma allahınıseversen" bu defa sözü alan Sezai'ydi. Sezai aynı şekilde devam etti:
" Fahrettin amca da sıkıştırdı yazıhane de hocayı, burada da sen."
" Ula Sezai, kötü bir şey mi yapmışız ki, sürekli dillendiriyorsun, ayıptır senin yaptığın." Fahrettin amcanın bu sözleri yine gülüşmelere neden oldu. Ali yorgundu ama ilk sohbet ettikleri bu kişilerin neşesine hayran kaldı. Ali, tüm Digorluların böyle olduğunu düşündü bir an.
Minibüs ilerlemekteydi. Hafif virajlı yolları geride bırakırken, beliren tabelada da son 25 kilometrelik bir yolun kaldığı anlaşılıyordu. Nimet, nihayet telefonu sırt çantasına koydu ve gözü, önünde uzanan yoldaydı. Tıp fakültesini kazandığını öğrendiği günü anımsadı ve heyecanla annesine sarıldığı an gözünde canlandı. Fakülte de aynı sınıfta okuduğu Diyarbakırlı, Urfalı, Şırnaklı arkadaşlarını anımsadı sonra ve birbirleriyle Kürtçe konuştukları anlar gözünde canlandı bu sefer de. Şimdi doktor olmuştu ve Kürtlerin yaşadığı bir coğrafyada görev yapacaktı. İşinin zorluğuna bir de dil sorunu eklenmişti. Çekinceleri vardı ve bunları dillendirememesi canını fazlasıyla sıkıyordu, hatta ağlamamak için kendisini tutuyordu. Uzaklarda beliren dağlar neresiydi ki? Karşıyaka vapurunun herhangi birinde Konak'a gittiği o güzel zamanları bir daha yaşayamayacağı hissine kapıldı bir an. Çeşme'de, Foça'da, Fethiye'de olsaydı şimdi deniz kenarında güneşleniyor olabileceğini düşündü, ama gerçek olan bir minibüsün en ön koltuğunda hiç tanımadığı kişilerle beraber Digor'a yaklaşıyor olmasıydı. Kışların burada soğuk olduğunu biliyordu ve ilk kar topu deneyimi beş yıl önceydi. Kar ile özdeşleşmiş bu şehir de kışları ne yapacaktı? Yoğun kar yağışından dolayı, köy yollarının kapandığı haberlerini televizyonda ilgisizce izlediği günleri anımsadı. Nimet, son tercihte olsa hangi akılla Digor'u yazdığının cevabını bir türlü bulamadı.
Minibüs Dağpınar'a yaklaşıyordu. Şoför Musa'nın, müziğin sesini kısarak ' Pazarcık'ta inecekler hazırlansın, fazla bekleme yapmayalım' sözlerini, tüm Pazarcıklılar onayladı.
Pazarcık, tabeladaki adı Dağpınar. Digor'a on beş kilometre, Kars'a yirmi beş kilometre uzaklığı olan bir belde. Digor sınırları içerisinde yer alan bu belde, ilçe merkezinden daha kalabalık olmasıyla bilinir. Bazı Pazarcıklılar kendilerini Digorlu olarak bile tanıtmaz çoğu zaman. Memleketleri Pazarcık'tır. Pazarcıklı çocuklar ile Digorlu çocukların kavgaları da meşhurdur yıllardan beri. Dağpınar'da yapılan kavgaların rövanşı Digor'dadır ve her kavganın galibi ev sahipliği yapan çocuklardır. Gençler arasında oynanan futbol maçları da önem arz eder ve Pazarcık bu alanda Digor'dan üstündür. Pazarcık, Digor'a giderken yolun sağ tarafında kalan düz bir alana kurulu yerleşim yeridir. Yolun sol tarafında da evler yok değildir.
Minibüs ağırdan yolun sağına yanaşırken, Dağpınar yolcuları da oturdukları koltuklarda hareketlenmeye başladı. Minibüsün durmasıyla birlikte selamlar, misafirlik sözleri, görüşmek dilekleri hep bir ağızdan karşılıklı bir şekilde dillenirken, şoför Musa'nın, " de hadi yolumuza devam edek, sanki yıllardır görüşmeyenler gibi ne laf uzatıyorsunuz" sözlerini minibüsteki kimse önemsemedi. Taburelerde oturan bir kaç kişi de boşalan koltuklara geçti. Sezai'nin, " Musa abi, vallah belimi hissetmiyorum, yol geçmek bilmedi. Bu Pazarcıklılar neden kendi minibüslerine binmiyorlar ? Sefil olan biziz kardeşim. Yeri geldi mi yok Pazarcık böyle iyi, yok Digor şöyle kötü. Tabureye oturan da biz, töbe töbe yav. "
" Ula Sezai, biraz önceki sohbetinde niye dillendirmedin, adam senden önce gelmiş, oturmuş"
" yok vallah Musa abi, yazıhane de bir dolaplar dönüyor, o dönen dolaplara göre oturuyoruz zaten. Sizin alacağınız olsun." Sezai'nin bir kaç kişinin gülüşmesiyle sonlanan sözleri sessizliği de beraberinde getirdi. Sessizliği Nimet'in," Digor'a gelince beni hastaneye en yakın yerde bırakır mısınız" sözleri bozdu. Saatlerdir doğru düzgün konuşmamış olmasının sesine fazlaca yansıdığı anlaşılıyordu.
" Tabii ki hanımefendi, hemşiresiniz herhalde ? "
" Hayır, doktorum. Digor'a atandım. "
" Ooo, siz de hoş gelmişsiniz. Fahrettin amca duydun mu, hanım efendi de doktormuş"
" Duydum Musa, duydum. Hoşgeldin hanım kızım."
Nimet, ne demesi gerektiğini düşündü, bulamadı. Bir günden fazladır yoldaydı ve dikkatini çeken hiç bir şey olmamıştı, kah kulaklığı kulağındaydı, kah elinde telefon. Şimdi minibüstekilerin dikkatleri üzerindeydi. Sessizliği bozan Ali oldu:
" Aynı duyguları paylaşıyoruz desenize"
Nimet, yaklaşık otuz kilometredir yanında oturan Ali'nin şoförle konuştuğunu fark etmişti, o konuşmalardan aklında kalan Ali'nin öğretmen olduğuydu. Nimet, yaşadığı duyguların esiri olmadığını gösterircesine, Ali'ye, " evet" anlamında baş salladı.
Ali, Kars yolculuğu boyunca neredeyse hep otobüsün içerisinde vakit geçirmişti. Yolculuğunun ilk bir kaç saatini, hemen önündeki koltuğun arka kısmında bulunan ekranda Kemal Sunal'ın bir filmini izleyerek ve bir kaç televizyon programına göz ucuyla bakarak geçirmişti. İlerleyen zamana fazla direnemeyen Ali sonunda uykusuna yenik düşmüştü. Ali, İzmir'den Giresun'a gittiğinde de yolun büyük bir kısmını uyuyarak geçirirdi. Yolculuğunun nasıl geçtiğini soranlara, ' hep uyudum, yoksa bu yol çekilmez; zaten uzun yolculuklara da alışık değilim. Gözümü açtığımda Giresun'daydım' şeklinde yarı şaka yarı ciddi bir cevap verirdi. Kars yolculuğunda da aynı istikrarı tutturmuştu Ali. Yol boyunca verilen dört mola da bile uyumayı tercih etmiş, aradaki küçük çaplı uyanışlarında da koltuğundaki açısını değiştirerek yine uykunun o güzelliğine kendini kaptırmıştı. Ali sabahın ilk saatlerinde uyandığında Kars'a yaklaştığını anlamıştı, yüksek dağların buyurganlığında ilerleyen otobüsün camında beliren manzara tüm eğitim hayatı boyunca aldığı coğrafya derslerinde anlatılanlarla örtüşmekteydi. İlk kez gördüğü manzarayı seyrederken, otobüsün ışıkları yanmıştı ve uykulu muavin yine uykulu bir ton da, ' yarım saat ihtiyaç ve dinlenme molası' diyerek otobüs kaptanının yanına doğru yönelmişti. Otobüs beşinci defa mola vermeye hazırlanırken, Ali'de bu manzara eşliğinde güzel bir kahvaltının iyi olabileceğinin hesabını yapıyordu.
Otobüsün yanaşmasıyla birlikte Ali'de oturduğu koltuktan nihayet kalkmıştı. İzmir'in sıcaklığı burada kendini soğuğa bırakmıştı. Ali üşüyerek gittiği lavaboda bir güzel elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, self servis yapılan lokantadan sıcak bir mercimek çorbası alarak, manzarayı iyi görebileceği bir masaya geçmişti. Çorbayı her kaşıklayışında ısınacakmış hissine kapılmıştı ve bu his çorbayı hızlıca içmesine sebep olmuştu. Ali, Nimet'i ilk o zaman fark etmişti. Ali çorbasını kaşıklarken Nimet'te dinlenme tesislerinde bir başına bekleyen yolculuk yaptığı otobüslerinin hemen önünde durmuş sigara içiyordu. Nimet'in çevresinde bir kaç kişi daha sigara içiyordu, fakat Nimet'in diğerlerinden farkı soğuk havaya aldırış etmeksizin sigara içişiydi. Ali çorbasını bitirmiş, Nimet'in çevresindekiler sigaralarının sonunu beklemeden otobüsteki yerlerini almış, ama ne tuhaftır Nimet yeni bir sigara daha yakmıştı. Ali, masalara servis yapan çalışandan çay alarak güneşin ağırdan kendisini gösterdiği anları takip etmeye başlarken, bir yandan da göz ucuyla Nimet'e bakmayı ihmal etmemişti. Ali, ikinci çayını aldığı çalışandan bulundukları yerin neresi olduğunu sormuş, 'Pasinler' cevabını almıştı. Pasinler Ovası olmalıydı önündeki geniş düzlükler diye düşünmüştü. Uzaklarda beliren yüksek dağların arasından yüzünü gösteren güneş Pasinler Ovası'nı aydınlatmakla meşguldü o an ve doğanın rutin hareketliliğine şahit olmuştu Ali. Dinlenme tesisinin bir kaç hoparlöründen yayılan, ' İzmir'den Kars istikametine gitmekte olan X Turizm'in sayın yolcuları, otobüsünüzün hareket saati gelmiştir. Otobüsteki yerlerinizi almanız rica olunur. Y Dinlenme Tesisleri teşekkür eder, iyi yolculuklar diler.' anonsuyla birlikte Ali içmeyi düşündüğü üçüncü çayından vazgeçmişti, Nimet ise yarım kalan sigaranın sonunu getirmek için mücadele etmişti. Otobüs tekrar yola koyulmuş, Ali kaldığı yerden tekrar etrafını seyredalmış, Nimet bilinmeyene doğru sürüklenmeye devam etmiş... Otobüs, Horasan'da bir kaç yolcu indireceğinden kısa bir süre durmuştu. Nimet o kısa an da bile dışarı çıkıp Ali'nin görebileceği yerde durmuş ve sigarasını yakmıştı. Nimet'in kısa süreli sigara içme eylemleri, otobüsün daha sonra yolcu indirdiği Sarıkamış ve Selim ilçelerinde de sürmüştü. Hikayenin başında değinilen ' birbirlerinden habersiz' söylemi Nimet'in takındığı durumlardan ötürü gerçekliğini yitirmiş ve fazlasıyla Ali'nin dikkatini çekmişti. Ali, Nimet'ten haberdardı, Nimet için ise durum tam tersiydi.
Minibüsteki Kürtçe ezgiler, yerini Ahmet Kaya'nın meşhur resitallerine devretmişti ve yolcular kulağa yayılan o hoş ezgilerle Digor'a yaklaşıyordu. Sessizliği bozan bu sefer de Ali oldu:
" şoför bey, beni de ilçe milli eğitime yakın bir yerde bırakır mısınız?"
" Tabii ki hocam, zaten tam önünden geçiyoruz, merak etme sen"
Ali şoför Musa'ya teşekkür ettikten sonra Nimet'e cevabını bildiği 'nereden geliyorsunuz doktor hanım' sorusunu yöneltti. Nimet 'doktor' söylemiyle kısa süreli bir irkilme yaşasa da ' İzmir' diyebildi.
" Ben de bu yıl Bornova'daydım, İzmir güzel yer, ama pek gezemedim."
Nimet, Bornova'yı düşledi bir an ve şimdi orada olmak için nelerini vermezdi. Bornova'daki üniversite kampüsünde okuyan arkadaşları geldi aklına. İlk öpüştüğü anı o kampüste okuyan ilk sevgilisiyle yine o kampüste yaşamıştı ve yine son iki yılında aynı evi paylaştığı iki arkadaşı o kampüsten mezun olmuşlardı. Bu duygular eşliğinde ve isteksizce cevap verdi Nimet:
" Bornova'da güzeldir, üniversite orayı canlı kılıyor"
" İzmir'de okumak isterdim, siz İzmir'de mi okudunuz?"
Nimet aynı sıkkınlıkla 'evet' cevabını verdi. Ali, Nimet'in cevaplarından sıcaklık bulamayınca susmayı tercih etti. Minibüs Digor'a beş kilometrelik bir mesafenin kaldığını belirten tabelayı geride bırakırken arka koltuklarda oturanlar yeni bir sohbete başladı.
" Hocam şanslı gününüzdesiniz, hava açık. Bak, tam karşımızda çooook uzakta heybetli bir dağ var. Görebildin mi hoca ? Bak tam karşımızda."
Ali tam karşısına odaklandı ve cevabını bir kaç saniye sonra verdi:
"Evet şimdi gördüm, biraz puslu"
" Hah, işte o Ağrı Dağı'dır hoca."
" Ağrı Dağı buradan gözüküyor mu "
" Gösterdim ya hoca, senin de sorduğun soruya bak" Şoför Musa gülerek söyledi son sözlerini.
Ali, yanındaki Nimet'e baktı ve Nimet'in 'bana ne Ağrı Dağı'ndan' der gibi ilgisiz tavrına anlam veremedi.
"Hocam, bak iki tepenin arasından gözüken ağaçlı yer de Digor'dur, benim çocukluğumda daha da yeşildi gerçi, hatta 'Yeşil Digor' derlerlerdi o zaman"
" Şimdi de yeşil, gerçi buradan öyle gözüküyor ama"
" Hoca, artık sen de buralı oldun, yaşadıkça karar verirsin."
Minibüs, artık kırk kilometrelik yolculuğunun son metrelerini kat ediyordu. Fahrettin amca şoför Musa'ya;
" Musa, Çıldır Mahallesi'nden gider misin?"
" Emrin olur Fahrettin amca."
Yolun sağ tarafında yıpranmış olan tabela da büyük harflerle Digor yazıyordu ve altında da nüfusun üç bin olduğu belirtilmişti. Şoför Musa, Fahrettin Amca'yı bırakmak için ilçe merkezine gidilen yola sapmayarak düz devam ederken, Digor belirdikçe beliriyordu.
Üç dağın yamacına kurulmuş, küçük bir ilçedir Digor. Buraya gelen azdır, gideni de pek fazlacadır. Sınırın karşı tarafında yer alan Elegez Dağı, her gün doğumunda selamlar bu küçük ilçeyi, tıpkı her gece vedalaştığı gibi. İnsanları esmerdir. Bir kaç mahalleden ibarettir, tam ortasından Digor Çayı geçer. Kayısı, elma,erik ağaçları vardır ve göz hakkı kutsaldır.
Minibüs, Çıldır Mahallesi'ne giden yoldan saparken geldiği yöne doğru ağır ağır ilerlemekteydi. Ali, ilçe merkezinden çok bir köye geldiği hissine kapıldı. Minibüsü çevreleyen kazlar, ördekler, hindiler, tavuklar yaşam alanlarının keyfini çıkarıyordu ve insanlar onlar için bir tehditti. Minibüse veryansın ettikleri çıkardıkları seslerden ve hareketlerden belli de oluyordu. Minibüs, Fahrettin Amca'nın evine en yakın yerde dururken, amca herkese en temiz duygularıyla 'allahaısmarladık' diyerek, minibüsten inerken Ali'yi ve Nimet'i de unutmamıştı:
" Hayırlı olsun çocuklar, hoşgelmişsiniz tekrar"
" Teşekkürler amca" Fahrettin Amca'ya Ali cevap verdi, Nimet belki de söylenenleri hiç duymadı bile. Minibüs tekrar yola koyulurken, ardında bıraktığı kazlara, ördeklere, hindilere ve tavuklara; tek katlı irili ufaklı evler ve bahçeleri de ekleyerek ilerliyordu. Askeriyeyle Çıldır Mahallesi'ni ayıran sokağa sapan minibüs hastaneye doğru ilerlerken, şoför Musa, Nimet'e:
" Doktor hanım, hastaneye geldik sayılır. "
Nimet hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yolculuğunun sonuna geldiği bu anı kafasında yüzlerce kez senaryolaştırmıştı, ama hiç biri gerçekle uyuşmuyordu. Digor'da bundan sonra ne yapacağının bilinmezliğiyle kuru bir teşekkür etti şoför Musa'ya. Minibüs, hastanenin 'Acil' yazan kapısının önüne yanaştı, bu kapı da hastanenin tek kapısıydı. Nimet, minibüsten Ali ve diğer yolcular yokmuş gibi indi ve aynı soğuklukla şoför Musa'dan valizini aldı. Şoför Musa, bozularak direksiyonun başına tekrar geçerken, Ali'ye Nimet'i kastederek:
" Hocam ne garip insanlar var şu memlekette, insan en azından iyi günler der. Nasıl doktor olmuş bu böyle"
Ali, Musa'nın sözlerine cevap ararken, Nimet'in sigarasını yaktığını gördü.' Acaba sabahtan beri kaçıncı kez içişidir' düşüncesiyle, Musa'ya 'haklısınız' diyebildi.
Minibüs, Mahir Can Caddesi'nde ağır ağır ilerlerken birden durdu ve şoför Musa, Ali'ye:
" Hocam, ilçe milli eğitim de buradadır"
Ali tek katlı ilçe milli eğitim binasına bakarken, tüm öğrencilik hayatı gözünün önünde canlandı. Girmiş olduğu dersler, sabahlara kadar çalıştığı sınavlar, eniştesinin fırınında harçlığını kazandığı günler, dershane ve ev arası gidip gelen umutlar... Tüm mücadelesi öğretmen olmak içindi ve artık öğretmendi. Ali gecikmeli de olsa, Musa'ya karşılık verdi:
" Teşekkür ederim şoför bey, tekrar görüşmek üzere "
" Digor küçüktür hocam, tabii görüşeceğiz. Hadi selametle "
Ali, valiziyle ilçe milli eğitime doğru yürürken, şoför Musa'da kalan yolcularını bırakmak için garaja doğru yola koyuldu.
Digorlular, ilçelerine tayini çıkan öğretmen ve doktoru aynı günün akşamı ilk olarak kahvehane de Sezai'den işitti. Sezai'den işitilen, kulaktan kulağa tüm Digor'a yayıldı.
Yorumlar
Yorum Gönder