İKİ VADİ ARASINDA: DERSİM
Doğanın muhabbetine doyum olur mu? Kuşların kulağı hoş eden melodisi, çeşit çeşit böceğin dillere destan toprak üzerindeki direnişi ya da ağaç dallarında aheste bir ritimle hayata tutunuşu... Yeşilin her tonunu kucaklayan düşlerden örülü bir gerçekliğin tam ortasında, yaprakları kızıla çalmış uzun mu uzun, heybetli mi heybetli bir ağacın gölgesinde ıslığıma yer edinen ezgileri yarıştırıyorum her yanımda beliren kadim gözelerin soluksuz çağıltısını. Neylersin hayat, hayalde birikenin gerçekliğini hissedişi midir yaşamak?
Bir yola sığınmak olmuştu günlerim. Efsanelerden hikayelere, dedikodulardan hasbihallere farklı zaman dilimlerinde türlü insan manzaralarının izdüşümüne şahitlik etme zenginliğini yaşadım, yaşıyorum. Şeytan arabası tek yoldaşım, Don Kişot belki de düşsel ortağım. Teker izim, ardımda beliren kocaman bir heybe olmuştu dönüp dönüp anımsadığım; bazen kederlendiğim, sıkça keyiflendiğim. Yollar hiç biter mi? En doğal hızımla yeni dahil oluşlara pedal çeviriyorum. Vira bisiklet!
Koşarcasına süzülen gözelerin buz da neymiş dedirten soğuk suyundan nasiplenerek geceden kalma uyuşukluğumdan sıyrılıp yeni günün perdesini aralıyorum. Konakladığım çadırımı, uzandığım matımı toparlayıp günlerdir fazlalıkmış gibi yanımda taşıdığım uyku tulumunun yanına dengeli şekilde yerleştirerek bisikletimi hazır konuma getiriyorum. Gün, yeni bilinmezliklerden bezeli; güneş, doğduğu yere çivilenmiş ve aylardan temmuz. İstikamet Ovacık. Ağır ağır çevirdiğim pedallar eşliğinde Munzur'a meydan okurcasına ilerliyorum. İlmek ilmek örülü yeşilin buyurganlığında ser verip sır vermeyenlerin diyar eylediği coğrafya, sanki geçmişin kahır dolu günlerini hiç yaşamamışcasına sakin.
Yol boyu yanından geçtiğim birkaç insanın içten selamlarını alarak varıyorum Ovacık'a. Munzur Dağları'nın geçilmesi imkansız heybetini manzaram bilerek ilişiyorum küçükten bir kahvehanenin önüne kurulu boş masalardan birine. En demlisinden bir çay ıslarlıyorum kendime ve bir taraftan etraftaki meraklı gözlerin sıcak söylemlerine karşılık verirken buluyorum kendimi. Sohbet çemberi genişliyor, pos bıyıklı amcaların her geçen an sayısı artıyor. İçtiğim çay ikrama dönüşüyor, boşalan bardağım dolusuyla değiştiriliyor. İçeriden yankılanan bilindik bir ses, kasetçaların cızırtısı eşliğinde, "Dersim dört dağ içinde" türküsünü dillendiriyor, delişmen çocuksu enerjimle kulağa yayılana eşlik ediyorum içimden, yer yer kısık sesle mırıldanıyorum. Güneş konumunu tam tepeye almış, engebeli dağların üzerine uzanmış masmavi gökyüzü durgun denizlerden ödünç berraklığını tüm görkemiyle sunmuş, fondaki türkünün yerini bu coğrafyayla özdeşleşen bilindik bir ağıdı devralmış... Yolcu, yolunda gerek.
Küçük şehrin küçük sokaklarında ufak bir tur yapıp bisikletimin gidonunu Munzur'un kıvrımlarına uyarlayarak yol alıyorum. Çevirdiğim her pedal, vadinin her karışını hissedecek olmanın tatlı heyecanına, hüznüne karışıyor. Dersim coğrafyası böyledir; yaşattığı, duygu karmaşasıdır. Satırlardan, söylencelerden bildiğim hikayelerin dile gelme zamanıdır belki de; sağımdan akan Munzur, solumda bekleşen irili ufaklı taş yığınları tüm yaşanmışlıkların şahidi. Ah, Dersim bir dile gelse. İlerlemeye devam ediyorum. Vadinin birçok yerine konumlanmış, asırlardır güneş yüzü görmemiş dar boğazlardan geçiyorum, uzayan kayalıkları görmeyen gözlere pek yazık! Doğa tüm çıplaklığıyla dört yanımda.
Halkın, 38 Kayalıkları olarak adlandırdığı yere varıyorum, soluklanıyorum. Hafızamda, canlandırmaktan çekindiğim bildiğim hikayeler. Bir bebeğin emekleme çabasında biriken minnetine sarılıyorum. Derman nedir? Katliam kimdir? Munzur'un yeşili, mavisi, koyuya çalan toprağı kimlik midir? Bir Kürdün ağrı dolu geçmişi ya da ezgisinde beliren türlü çığlığın yankısı oluyordu zaman. Halbuki bu doğa, bir ressamın özgürlük figürleri olmalıydı; Munzur Vadisi uçsuz bucaksız bir mavilik, bizse o mavilik boyunca kanat çırpan güvercin.
Nehir, oyun oynarcasına bir sağımdan bir de solumdan kıvrılıyor; köprülerden geçiyorum, yol kenarına yer edinmiş çeşmelerden nasipleniyorum, sıcak belirgin, vücudumdan çıkan ter boncuk boncuk dağılıp teker izime karışıyor, gide gide Dersim beliriyor.
Gün kararmadan varıyorum Seyid Rıza Meydanı'na. Heykelin etrafını çevreleyen banklardan birine oturup insanları seyrediyorum. Koşuşturan çocukların cıvıltısına, cep telefonu kamerasına gülümseyen insanların ölümsüzleştirdiği pozlarına, muhabbetlere, şakalaşmalara şahitlik ediyorum. Neyse, yol hali. Bir kez daha, vira bisiklet! Mataramda kalan son birkaç yudumluk suyu tüketip konaklamayı planladığım kamp yerine sürüyorum emektarı. Çadır kurma merasimini geciktirmemeli.
Hafif yorgunluğum eşliğinde şehrin sokaklarında dolanıp insanların arasına karışıyorum. Tezgahlarda okuyucusunu bekleyen kitaplar, alıcısını sevindirecek hediyelik eşyalar gün sonuna hazırlanıyor. Esnafların bazıları günü çoktan sonlandırmış, kimisi de elinde kalan azıcık malını bitirme telaşesinde. İlçelere giden minibüslerin durağı ise çoktan uykuya geçmiş. Saat ilerliyor, insanlar bir var bir yok.
Günü sonlandırmak için çadırımın içine kuruluyorum. Uyuyup uyanıyorum. Gecenin derinliğinde bağlamanın mızrabından tane tane süzülen ezgiler misafirim oluyor. Firik Dede'den dinlemeyi çok sevdiğim deyişi okuyor bir ses, dinliyorum sessizce, dinliyorum ıslığımla eşlik ederek. Deyiş sonlanıyor, bağlama enerji dolu çocuk edasıyla devam ediyor. Çadırın fermuarını sıyırıp kurtuluyorum içeriden ve bir iki adımlık mesafedeki yanan ateşi çevreleyen insan kümesinin içerisine dahil oluyorum. Müzik sonlanıyor, davetsiz misafir olan ben herkesle tanışıyorum. İkram edilen yemişlerden az biraz avucuma doldurup tınıların ağır girizgahına kapılıyorum. Bağlama, karanlık gecede suyun şırıltısını okşayarak dile geliyor meydan okurcasına. Dost meclislerine has hasbihal kapıları ardına kadar aralanıyor, Dersim'i Dersimlilerden dinliyorum gece boyu.
Çadırın tavanına yer edinen yıldızları seyredalarken, uyku öncesi mesaisinde yaşanmışlıklar unutulur, çocukluk hariç tutulur ve anların tümü masallara aittir, hayal bahçesinin el değmemiş yamaçlarında gelecekten bir dem yankılanır. Sorgulamalara, küfürlere, umutsuzluğa yer yoktur; roman kahramanlarının serüvenlerinde birikenler bir ozanın satırlarında çatlağını ararcasına didinir, gezinir, yol olur. Yolculuklar biraz da böyle başlar, çadırdan gökyüzüne öyle bir dümen olur ki, Dersim'den taa nerelere uzanan düşlerden örülü yaşanacakları kucaklar. Uzaklara dikilmiş evlere asılı duran uykuya direnmiş pencerelerin ışıltısı ateşböceklerine dönüşür zifiri karanlıklarda. Ayın aydınlattığı gecelerse bir başkadır, gökyüzüne iki çizgi uzanır ve o çizgiler bembeyaz bir lokomotifi sırtlar. Varoluşçu filozofların dertleri, tasaları, tavırları damar gibi yer edinir yağmurlu günlerin zamansız ıslaklığında, duyulan göğün gürlemesinden çok başkadır, vesselam haykırıştır. Zihinlerde yer edinen bilumum sualler, aynı kaynaktan fışkıran farklı ırmak kollarına dönüşerek çağlayanını kucaklar yıldız kümelerini seyirlik sürede.
Yeni gün, yeni arayışlara gebe. Rutin hazırlıklarımı çarçabuk yapıp yola koyuluyorum. Pülümür Çayı'nın akıntısını karşıma alarak pedal çeviriyorum. Önceki güne kıyasla daha geniş bir vadi oluyor rotam. Issızlığın ortasında zincir mekanizmasından çıkan bilindik sesin esiri oluyorum. Belki bir dağ keçisine denk gelirim ya da bir masal anlatıcısına. İnsan figürlerine benzeyen doğa kesitleri, rüzgarın iştahla yüzümü yalayışı, turuncu tepeler, virajlar, tatlı tırmanışlar eşliğinde Kutu Deresi'ne varıyorum. Yol hali, yer yer sık meşeler oluyor manzaram. Çayın kavisli güzergahı görüş açıma ada izlenimi veren küçük tepecikler sunmakta, dağların heybeti yaşanmışlıklardan haberdar. İrili ufaklı kar tünellerinden geçiyorum, güneş varla yok arası. Yol ayrımı, pedala kuvvet! Pülümür dedikleri, küçükten bir ilçe.
Cemal Süreya'nın heykeli başında yolculuğumu sonlandırıyorum, kalacak yer elbet bulunur. Şair başını sağ avucuna yaslamış, kim bilir belki de yazdığı Sürgün şiirinin yazılmamış satırlarını düşünüyordur. Neyse. Ölenler anlık dirildi, hiç binilmeyen atlar şahlandı, hayali kurulan sevgililer tutkuyla öpüldü, bilinmez coğrafyalara raylar eşliğinde soludu trenler.
Yorumlar
Yorum Gönder