DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ'NDE KENT GERÇEĞİ ÜZERİNE: ULAŞIM GİRDABI
Kentlerin otomobil odaklı yapılaşması sonucunda oluşan görüntü, kargaşık bir yapılaşmayı da beraberinde getirmektedir. İnsan ve doğayı merkezine almayan bu kentler, çevre tahribatını kenttaşlara doğrudan hissettirmekte. Yaşam alanlarında gerçekleşen bu türden bir yapılaşmanın muhatabı olan insanlar, yaşanan mağduriyetin ne kadar farkındadır, sorusu akademik literatürün dışına çıkamamış bir sarmal olarak her geçen zaman diliminde çözümü zorlaşan bir hal almakta. Günlük otomobil kullanımının ihtiyaçtan ziyade, alışkanlık temelinde kentin her noktasında belirgin oluşunu göz önünde tuttuğumuzda, önerilen çözümler ne kadar gerçeği yansıtmaktadır. Oluşan trafik yoğunluğunu hafifletmeyi, hatta sonlandırmayı vadeden alternatif yol çalışmalarının kentlerde oluşabilecek yeni tahribatlara sebep olma ihtimali ne kadar somut, ya da yaşamlarının merkezine otomobili alan kent nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan kitlenin adeta yaşam damarı olan araçlarından bazı zamanlarda vazgeçme hali tamamen bir hayal ürünü mü? İç içe geçmiş soruların, sorunların barındığı yerlerdir kentler.
Türkiye'de özellikle ellili yılların sonlarında Anadolu'nun farklı coğrafyalarından İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlere yaşanan göç dalgası sonraki dönemlerde de artış göstererek bugün büyükşehir olarak anılan çoğu şehrin kent merkezlerini de kapsar hale gelmiştir. Günümüzde hemen hemen bütün şehirlerin kent merkezleri nüfusuna oranla azımsanmayacak derecede göçe maruz kaldığından çarpık büyümenin oluşturduğu sorunlar belirgin bir şekilde görülmektedir. İnsanların yaşam alanlarının orantısız ortaklaşması sonucu sosyolojik ve ekonomik çıkmazların yaşanması en ciddi sorun olarak karşımıza çıkarken, diğer yandan tüketim alışkanlıklarının gelir düzeyini zorlayıcı ölçüde karşılıklı hırsa dönüşmesi de üzerinde durulması gereken başka bir sorundur. Kentlerin olağan trafiğine eklemlenen otomobillerin günden güne artış göstermesi bu tüketim hırsının sonuçlarından biridir.
Son dönemlerde hayatımızın içine dahil olan yüksek güvenlikli toplu konutların içerisinde yer alan otoparklar, her dairenin iki veya üç aracı varmışçasına şekillenmektedir. Bu durumu olumluymuşcasına dillendirip, süslü cümlelerle sloganvari söylemler üreterek sitelerinin pazarlama kriterlerine dahil edenler, arz talep terazisini dengede tuttuklarını gayet iyi bilmektedir; çünkü otomobil algısı kent merkezlerinde şahsileşmiştir. Bireysel otomobil kullanımının trafikte yarattığı tahribat, beraberinde zamansal bir gecikmeye sebep olduğu gibi stresin oluşmasına da neden olmakta. Otomobile bağımlı toplumlarda ilk dikkat çeken durum, kamusal alanların az oluşu ya da varolan kamusal bir alanın yok edilerek kenttaşların tüketim hırslarını daha geniş alanlara yaymak için yeni cazibe yerlerinin oluşturulmasıdır. Çevremizde bu gibi yerlerin gün geçtikçe artış göstermesi, insanların suni sosyal alanlarda vakit geçirmesine sebep olmakta. Bu durum, yabancılaşma kavramının kent merkezlerindeki en bariz örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmakta. Otomobil için olmazsa olmaz olan park yeri kapasitesi, bu yerlerin tercih edilmesi açısından ilk kriter olmaktadır. Otomobilin bu derece bağımlı hale geldiği toplumlarda, kentlerin ulaşım ağları ve yapılaşmanın mimarisi bireysel araç kullanımını merkezine alan anlayışlarla şekillenmektedir. Bu nedenle günümüzde irili ufaklı 'garaj kentler'de yaşamımızı sürdürmeye devam etmekteyiz.
Kent ulaşımını rahatlatan tek çözüm yoluymuşçasına yapılan yollar var olan karışıklığa yeni eklentilerle dâhil olmaktadır. Kent merkezlerinde sıklıkla karşılaştığımız alt ve üst geçitler, kavşaklar, battı çıktılar, yan yollar... insan ve otomobil ilişkisinin boyutunu gözler önüne sermektedir. Otomobil kullanımının ihtiyaçtan bağımlılığa doğru evrildiği günümüzde, yaşanan çevre tahribatı her geçen gün önlenemez hal almakta. Dillerinden 'gelecek nesil' söylemini düşürmeyenlerin samimi olmayan sözde çözüm önerileri yaşadığımız bu günü görmezden gelmektedir.
İnsanların araçlarıyla günlük katettikleri mesafeleri göz önüne aldığımızda, alternatif ulaşım araçlarını kullanma tercihlerinin imkânsız olmadığı sonucuna rahatlıkla varabiliriz. Biraz daha somutlamaya çalışacak olursam, her gün trafikte yer alan araçların büyük bir çoğunluğunun bireysel kullanıldığından yazının geçmiş kısımlarında değinmiştim. Bu araçların toplamının tamamına yakını günlük otuz kilometre ve altında yol almakta. Bu araçları kullanan kişilerin rutin yolculuklarını alternatif ulaşım araçlarıyla gerçekleştirdiğini düşündüğümüzde trafik akışının rahatlayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bireysel, konforuna düşkün, diğer kenttaşları düşünmeyen bencil davranışlar trafikte var olan işgalin başlıca sebeplerindendir.
Alternatif ulaşım araçları denildiğinde akıllara ilk gelen toplu taşımadır. Bu araçlar tüm kentlilere sunulan hizmet olsa da, kullanan kesimin büyük çoğunluğunu öğrencilerin ve emekçilerin oluşturduğu bir gerçek. Bu bağlamda ulaşımın sınıfsallaştığını söyleyebiliriz. Toplu taşıma araçlarının yetersizliği, aksaklıklar, olası diğer sorunlar karşısında tüm kenttaşların muhatap olması gerekirken, mağduriyet halini bu araçları kullananlar yaşamakta ve ulaşım hakkı temelindeki talepler yerel yönetimlerce dikkate alınmamakta ya da geçiştirilerek mevcut sorunların devam etmesine sebep olmakta. Bu gibi durumların yaşanıyor olması, insanların toplu taşıma kültüründen uzaklaşmasına neden olduğu gibi, bireysel araç kullanımına da yönlendirmektedir.
Yürüyüş yaparak ulaşılmak istenilen noktaya varmak da alternatif ulaşım için bir seçenektir. 'Yürüyüş mesafesi' olarak nitelendirilen uzaklıklarda bile otomobillerini kullanan insanlarla aynı kentleri paylaşıyoruz, çoğu zaman aynı ortamlarda bulunuyoruz. İnsanın kendi bedenine yabancılaşmasının acı bir kanıtı. Otomobillere bağımlı halde yaşamak, en ufak hareketimizi bile engellemektedir. Bir kaç dakikaya sığdırılan yürüyüşlerden bile şikayet eder duruma geldik. Hareketten yoksun bünyelerin yaşayacağı olası sağlık sorunları ise başlı başına tartışılacak bir konu. Metro, tren gibi toplu taşıma araçlarının yerin metrelerce altındaki duraklarına iniş ve çıkışlarda insanların basamaklardan ziyade yürüyen merdivenleri tercih etmesi kenttaşlar tarafından rahatça gözlemlenebilecek bir gerçek.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan kişilerin çocuğa alınan bir oyuncak olarak nitelendirdiği bisiklet ise bir başka alternatiflik sunmakta. Şehir trafiğine hapsolmadan, gideceğiniz noktaya iki teker üzerinde ulaşabileceğiniz bu araçlar, beden gücüyle hareket ettiği için zamanla ulaşımda özgüven kazanmanızı da sağlayacaktır. Kentlerimizde bisikleti ulaşım aracı olarak kullanan insanların sayısı her geçen gün artış gösterse de yeterli sayıya ulaşamamıştır. Bu durumun en büyük sebebi bisiklete biçilen algı ve motorlu araç sürücülerinin bisikleti bir araç olarak görmemesidir. Trafikte bisikletlilerin yaşadığı tacizler, gerçekleşen kazalar var olan önyargıları kuvvetlendirerek bisiklet kültürünün oluşmasını engellemektedir. Hâlbuki ideal kent pratiğinin oluşmasında temel öznelerden biridir bisiklet. Karayolları Trafik Kanunu’nun 3'üncü maddesinde bisikletin bir ulaşım aracı olduğu belirtilmiştir ve ilgili kanunun farklı maddeleri bisiklet kullanımını detaylı bir şekilde aktarmaktadır. Trafikte motorlu araçlarıyla yer alan çoğu kişinin bu maddelerden bihaber oluşu ise trajik bir durum oluşturmakta. Birçok yerel yönetimin bisiklet kullanımını teşvik etmek adına kentlerin belirli noktalarına inşa ettiği bisiklet yollarının kent trafiğine katkısının olumlu olup olmadığı, yolu kullanan bisikletlilerin sayısıyla doğru orantılıdır. Maalesef bir çok bisiklet yolu, ulaşım odaklı düşünülmeyerek yapılmaktadır ve bu yollar ilk günlerin aksine zamanla kent içerisinde terkedilmeye yüz tutan yerler haline gelmektedir. Bisiklet kültürünün, farkındalığın oluşması aşamasında bisikletleriyle kent içi ulaşımında yer alan insanların düşüncelerine, isteklerine sırt çevrilmemeli ve özellikle yerel yönetimlerin bisiklet kullanımına dair yapacağı bir çalışmayı bu insanlar muhatap alınarak gerçekleştirmesi gerekir.
Otomobile bağımlı toplumlarda yerel yönetimler ve kenttaşlar arasındaki kopukluk, ortak alanlarda belirgin olan bireyci yaklaşımlar, her geçen zaman diliminde sorunların ve iletişimsizliğin artmasına neden olmakta. Kentlerin yaşanılır kılınması için şeffaf yerel yönetim uygulamaları yıllardan bu güne dilenen bir gerçektir. Yerel yönetimlerin sosyal kent idealine ulaşma amacında, bağımlı otomobil kullanımın önüne geçebilme uğraşı en etkili araçtır. Alternatif ulaşım ağlarına ağırlık verilerek atılabilecek ilk adımda, muhatabın kenttaşlar olduğu gerçeğinden yola çıkarak, doğrudan ve şeffaf bir sürecin oluşturulması bugün için umut verici olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder