GEÇMİŞTEN BUGÜNE, UZUN İKİ ÇİZGİ ÜZERİNDE: DOĞU EKSPRESİ
Raylar üzerinde soluyan lokomotiflerin ardına peşisıra dizilmiş vagonlar, memleketin farklı coğrafyalarına gidecek yaşamlara ev sahipliği yapar geceden gündüze. Onlarca istasyon geride bırakılır ve yaşanan zamana kıyasla oldukça estetik taş yapıların duvarlarına işlenmiş isimleri okunur usul usul. Kimi zorunluluktan oradadır, kimi heyecan aramak için. Tren gelir, gider. Bir yenisi alır yerini. İnsanlar başkadır, hisler baki.
Doksanlı yılların deniz kokan Haydarpaşası, koca kentin Anadolu'ya açılan kapısı gibidir. Garın basamakları fiyakalıdır, ne de olsa yaşamdan bir an olarak nice fotoğraf karesinde beliren yüzlerin duygularına şahitlik etmiştir. Tarihi yapının içerisinde koşuşturanlar, bekleşenler... Koca duvar saatidir en dikkat çeken. Raylara doğru yol olurken adımlar, günler öncesinden alınan biletler bulundukları gedikten bir şekilde çıkarılır, harflerden ve rakamlardan örülü kağıt parçası kontrol amaçlı birkez daha gözden geçirilir. Bavullar, çantalar, yolluklar... Düdük öter, yaşlı bir canlıya öykünürcesine ağır ağır ilerler tren. Son istasyonu çağrıştıran anlamlı harf yığınlarına ilave edilen 'ekspresi' olur raylar, yolculuklar, hüzünler, sevinçler...
Kendine has kokusuyla karşılardı Doğu Ekspresi'nin kuşetli vagonu. Üç kişilik biletimiz olurdu her sefer öncesi; dedem ve nenem, bir de ben. Yolun uzunluğundan dem vururdu onlar, bense raylar üzerinde geçecek iki günün heyecanını yaşamaya başlardım o ilk dakikalarda. Koca kentin irili ufaklı yapılarını geride bırakırdık, yavaş yavaş ıssızlığa dönüşürdü camın ardındaki görüntü. Küçük şehirlerin, küçük istasyonları vardı; bundandır bekleyeni de, ineni de az olurdu. Dedem ve nenem oturdukları yerde sallana sallana, söylene söylene yol alırdı, gülerdim. Çocuktum.
Kuşetlinin misafirleri uzun yol insanları olurdu. Memleket hasretini, memleketliyle yapılan hasbihal yatıştırırdı. Bana çok uzak olan geçmişe gidilirdi her seferinde, anlamaya çalışırdım, pek de beceremezdim. Zaman geçer, dinen sohbetin yerini nenemin bir gün önceden yaptığı börekler ve sarmalar devralırdı. Poşetin düğümü çözüldükten sonra plastik kaplar gün yüzüne çıkardı ve kapaklarının açılmasıyla birlikte burunları okşayan o bildiğim kokuyu sabırsızca solurdum. Yolluğumuz kuşetlinin diğer sakinlerine ikram edilirdi önce, lokmalar lokmaları takip ederdi sonra.
Gün kararır, laciverti yaran lokomotifin hiç kesilmeyen düdüğü ince, uzun bakir toprakları arşınlar, horultulu uykular şahlanır, uzaklarda beliren nokta ışıklar ateşböceğine dönüşür... Kompartıman havasız olurdu, başlara iliştirilen fötr şapkalar düştü düşecek bir hal alırdı. Eskiydi zaman, eskimeyen hafızaydı.
Çözülmesi imkansız coğrafi koordinatların buyurganlığında, pastel boyayla çizilmişcesine doğanın tüm tonlarına şahitlik ederdik. Şairin de dediği gibi; gök mavi, dal yeşil, tarla sarı... Karanlık tünellerin sonu, vadileri kesen nehirlerle kesişirdi. Kıpırdayan bedenler ağır ağır gerilip esneyen ağızlara dönüşürdü. Dört yanına tütün sinmiş tuvalete giden yol ise upuzun bir koridordu. Yankılanan seslerin, yolculuktan usanmış bebek çığlıklarıyla harmanlandığı koca bir beşiğin içerisinde hapsolmuştu zaman. Vakitli vakitsiz, bir boşluktan başka bir boşluğa seyir halindeydik. Dedemin çam kolonyası olurdu, küçük cam şişesinden avuç içine boca ederdi. Ara ara ben de nasiplenirdim, nedendir bilinmez hep üç numara tıraşlı saçıma dökerdim, bolca da ovalardım. Çocuktum.
Tren sona yaklaşırken boş istasyonlar geçilirdi birer ikişer. Koltuklu vagonlarda pek kimse olmazdı, kompartımanları mesken eyleyenler yorgun yüzlerindeki tebessümle yaşardı o dakikaları. Eksik gedik defalarca kontrol edilirdi, görevliler bir sonraki seferlerinden önceki son voltalarını atardı ve demir yığınının iç gıcıklayan fren sesi duyulduğunda yolculuk öncesi birbirlerinden bihaber olan memleketliler karşılıklı temennilerle vedalaşırdı. Bavulların tutamaçlarını parmaklarıyla sıkıca kavrardı dedem. Şaşardım. Arkasından hızlı adımlarla yetişmeye çalışırdık nenemle. Caddelere, sokaklara karışırdık. Kars Garı şehrin göbeğindedir, bundandır pek kısa sürede varırdık köylere giden peynir kokulu minibüs garajına.
Çocukluğumdan kalan Doğu Ekspresi anılarım sıcak mevsime aitti. Sonraki yıllar havanın her tonunu yaşadım vagonlarında. Dededim çam kolanyası, dişlerimin arasında ufalanan çam sakızı olmuştu. Fonda bilmem kaç asırlık diyarlar...
Bir istasyon selamına dönüşürdü zorunlu duruşlar, bir ızdırap değildi akılda kalan, bir yolculuk hiç değil. Mırıldandım dağa taşa, tıngır mıngır. Camda beliren yansımamı seyrettim, düşüncelere evrildim, zamansızlığımı sevdim. Gide gide insanlar değişti koltuklarda, vagon aralarında bir garip hikayeler dinledim. İzole olmuş yataklıya pek alışamadım, bir merhaba diyemeyeceksek eğer, yollar niye, kaçışlar nereye. Bir türküsü olmalıydı her anın, bir istasyonu olmalıydı düşlerin.
Haydarpaşa'dan başlayan yahut yine aynı yerde son bulan serüvenlerim çok sonra, çocukluğumda gece yarıları uyuklayarak geçtiğim bozkır şehir başkent olmuştu. İstanbul'dan Ankara'ya, Doğu Ekspresi bir hatıralar hattı şimdi.
Kağıt kokusunun, dijitale yenik düştüğü günleri yaşasakta; dedemden kalma bir alışkanlık olsagerek, iki üç gazeteyi bulundukları raflardan alıp katladıktan sonra sırt çantamın herhangi gözüne özenle yerleştirirdim. Sağlı sollu kalabalığı yararak ilerlerdim ve gözlerim oturabileceğim bir yer arardı. Garın olağan misafirleri ülkenin farklı coğrafyalarına dağılmaya koyulurken heyecan ve hüzün birbirleriyle yarışırcasına hareket ederdi. İlişirdim bir banka, birçoklar gibi etrafı seyretmeye koyulurdum nedensizce. Ey hayat!
Pulman vagonları, Anadolu'yu iliklerime kadar hissettiğim sığınağımdı. Yayılırcasına yerleşirdim koltuğuma. Yolculuk nereyedirle başlayan sohbetlere kulak kabartırdım biletler teftişten geçerken.
Bir kış günüydü ve Kars'a kadar yolum vardı. Sevgililer dört yana dağılmış, bilinirliği farklı bir seviyeye evrilmiş trenin cazibesini yaşıyorlardı. Macera ruhlularla, yıllar öncesinden bildiğim insan manzaraları aynı raylar üzerinde yakınlaşmıştı. Telefon kameraları özenli, özensiz fotoğraflıyordu yüzleri, geçilen direkleri, tellere konmuş kuş kümelerini... Yaşlıca iki teyze bindi gecenin bir yarısı bilmem hangi istasyonda, Kars'a kadar giderler miydi, yoksa öncesinde paydos mu ederlerdi? Sorsa mıydım acaba, hangi bilinmeyende ineceksiniz, diye. Yemekli vagonun loş ışığı cazibe merkeziydi. Kahkahalar, şakalaşmalar, servis edilen yemekler ve içecekler... Bir kadın bindi bu sefer Kırıkkale'de soluklanırken tren, sırtında bir çanta ve yüzünde kocaman bir masumiyet. Üşümüştü belli ki, Kars'a gitmeyeceği besbelliydi. Elinden tuttuğu çocuğun tebessümüyse soğuğu ısıtırcasına belirgindi. Söylese miydim acaba, bu tren soğuk memleketlere gider, diye.
Uykusuzlukla uyumak arasındaydı Kayseri, bilirdim Erciyes'in eteğiydi kent, zifiri karanlık buna engel değildi, ama hiç değildi. Kulaklığımda bilindik ezgiler, Anadolu'ya ait yaşanmışlıklardan bahsediyordu. Ozanların, tellere vurduğu mızrap, yağmış olan karın soluk aydınlığıyla örtüşüyordu pencere kenarındaki koltuğumda. Gidiyorduk işte. Nereden geldiği belli ayak kokularının ağırlığında tavanlara tıkıştırılmış öteberilerden çıkan takırtılar, insana dair sessizliğin ortasında ninni gibiydi. Yaşamayan bilemez.
Gün aydınlanmadan vardık Sivas'a, sabahı müjdeledi kadim Fırat. Kar beyazlığında kıvrıla kıvrıla, o bildiğim tünellerden gire çıka panaromik seyrin zehrini içiyorduk hep birlikte. Patlayan flaşlar, dillerde süzülen duygularla yarışıyordu. Sosyal medya müdavimleri, gezginler, öğrenciler, Anadolu insanı, büyükşehir insanı, çocuklar... Köyler belirdi sağlı sollu. Tüten bacalardan çıkan samimi dumanları kara kalemle resmetmeye çalıştığım ilkokul günlerimi anımsadım vakitsizce.
Saat öğleyi geçmişti. Dedemi andıran biri bindi trene. El sallıyordu heyecanla, güle güle diye bağırıyordu bir başkası. Gittim bu defa, iyi yolculuklar amca nereye gidersin, dedim. Hafif bir öksürük çıktı boğazından. Yutkundu. İçmiş olduğu son sigarasının nefesine sinen kalıntısını defetmek istercesine yanıtladı; sağolasın evladım, Sarıkamış'a. Beyaz, buza çoktan dönüşmüştü Erzurum'da.
Baştan sona tüm vagonları bilmem kaçıncı kez dolandım, sahipsiz koltuklara emaneten oturdum. Uzak istasyonların da bir şekilde sonu gelmişti. Bir gün önceki hareket saattinde varmıştık Kars'a. İlk defa şehrin kendine has soğuğunu hissedenler fazlacaydı. Doğu Ekspresi de geçen yıllardan nasibini fazlaca almıştı. Teknolojinin, sosyal medyaya yansıyan somut haliydi karşımdaki insan manzaraları. Onlar şehrin geniş kaldırımlarında otellerinin, pansiyonlarının yolunu tutarken, bense Digor Garajı'na giden sokakların lambaları altında birbaşımaydım.
Yorumlar
Yorum Gönder