KOCAMAN ŞEHRİN HATIRI SAYILIR VAROŞLARI
Konfeksiyon atölyesinde çalışırdı bir çok arkadaşım ve benim gibi okullu olanlar da az değildi. Hem konfeksiyon atölyesinde çalışan hem de okullu olansa bir elin parmağını geçmezdi. Bizim evin yakınında üç tane vardı bu atölyelerden ve üçünde de mesai saati boyunca Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Bergen; bazı bazı Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses gibi fantezi ve arabesk karışımı sanatçıların nağmeleri işitilirdi ve çevredeki evlerden çok rahat duyulurdu.
Müslüm Baba'nın tahtına yakıştırılan Hakan Taşıyan yeni fiyaka yapmış, Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay'ı birbirine karıştırma dönemleri geride kalmıştı. Mahallenin bakkalı Niyazi abi, kardeşi Aziz'in aynı muhitte bakkal dükkanı açmasına içerlemiş, mahalleli de kırılmaca gücenmece olmasın diyerek her iki bakkaldan alışveriş yapmaya başlamıştı. Niyazi Abi'nin teybi, gece gündüz İbrahim Tatlıses'in kasetlerini domine ederek müşterilere sesini duyururdu, hatta çok eski kasetlerden meşhur bir parça 'ayağında kundura'yı başa sarma mücadelesine çok şahit olmuşumdur. Kardeşi Aziz Abi ise sürekli radyo dinlerdi, belli bir frekans ayarı olmazdı; ama konu Trabzonspor oldu mu, İlker Yasin'in maç anlatımının olduğu frekans tek adresti.
Saçı sakalı epey yol almış bir Yusuf Amca vardı. Mahallenin adeta simgesiydi. Evinin nerede olduğu bilinmezdi ve her zaman mahallelinin rivayet konularına alet edilirdi kaldığı yer. Sürekli gezer, arada mahalleliyle sohbet eder, yırtık paltosunun cebinden Maltepe sigarasını eksik etmezdi. Futbol oynayan bizleri izlediği de olurdu ve her zaman sorduğu ' hangi takımı tutuyorsunuz ' söylemini, ilk kez cevaplıyormuşcasına 'Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş' olarak belirtirdik. Yusuf Amca Bursaspor'u tutuyordu. Neden Bursaspor'u tuttuğunu anlayamazdık, hiç şampiyon olmayan takım tutulur muydu? Yusuf Amca anlamsız bakışlarımıza her seferinde şu cevabı verirdi:
Abimden dolayı tutuyorum. Abim Merinos işçisiydi ve Bursaspor'da Merinos işçilerinin kurduğu bir futbol takımıydı.
Kah futbol oynardık, kah çevremizde her daim yankılanan arabesk ve fantezi müziklere eşlik ederdik; hatta öyle bir eşlik ederdik ki, okulda müzik derslerinde tahtaya şarkı söylemeye çıktığımızda mahallede işittiğimiz hoşumuza giden bir Müslüm ya da bir Orhan şarkısını öğretmenimizin tuhaf bakışları altında 'detone' bir şekilde dillendirirdik. Çalışkan öğrenciler edepli bir şekilde ' pencereye konan kuş' kulvarından giderek nispet yapmayı ihmal etmezdi tabi. Okul yolunda eskitilen klasörlerin hemen hepsinde bir Müslüm Gürses olurdu, ama benim klasörümde hep Galatasaray'ı çağrıştıran amblem, Hagi, Metin Oktay, Popescu gibi çıkartmalar yer alırdı. Oynanan futbolda terletilen formam tabii ki belli renklerden oluşuyordu; sarı ve kırmızı.
Mahalleli, baharın gelişiyle birlikte sokak ortasında halı yıkama sezonunu da açardı. Önce, halıların yıkanacağı alan -herhangi bir apartmanın musluğuna takılan hortum vasıtasıyla- bir güzel temizlenirdi. Temizlenen alana, tüm kışı ayaklar altında geçiren kir tutmuş halılar yığılırdı. Yığılan halılar saatler süren bir mücadele eşliğinde asıl renklerine kavuşurdu. Halı yıkama eylemleri bir de yaz sonu gerçekleşirdi, ama asıl olan yıkanan halıdan çok hortumdan akan suyla oynanan isimsiz oyunlardı. Oynadığımız bu oyunları, yıkanan halının temizlenmesine katkıda bulunma bahanesiyle legal bir hale getirdiğimiz de çok olurdu, hatta bir keresinde Yusuf Amca'da ısrarlarımızı kırmayarak bu oyunlarımızdan birine dahil olmuştu.
Barış Manço pazar günleri bir çocuk programı sunardı, öğretmenimiz de ille de bu programı izlememizi isterdi. İzlerdim izlemesine; ama reklam aralarında bir ekmek, bir yağ ya da bir gofret almaya Niyazi Abi'nin bakkalına gittiğim zaman 'adam olacak çocuk', ulaşılamayan sevgiliye 'mutlu ol' dileğinde bulunan bir İbrahim Tatlıses parçasına dönüşüverirdi. Televizyonda izlenen, haliyle 'çocukça' gelmeye başlanırdı.
Her mahallenin vardır bir güzel kadını. Bizim mahallenin güzeli de Türkan Abla'ydı. Türkan Abla'ya bir çok kişi aşıktı, ama Türkan Abla'da kendi deyimiyle bir vefasıza aşıktı. Bazı günler evinin önündeki merdivenlere oturur diğer mahallelilerle sohbete tutuşurdu -sohbet dediysem de mahallenin olağan dedikodusu dillenirdi- önünden geçen birinin güzel bir söylemine -biz buna laf attı derdik- çapkınca gülümser, maalesef anlamında baş sallardı. Türkan Abla beni severdi, seviyor dediysem öyle değil; kardeşi gibi, çocuğu gibi severdi.Yalan yok, ileride bir sevgilim olduğunda Türkan Abla gibi güzel olmalıydı. Sırf ben Galatasaraylıyım diye Galatasaray'ı tutardı mesela, ya da beni kırmamak için öyle derdi. Çekirdek aldırırdı bana, birlikte çıtlardık çoğu zaman. Yazları kornet dondurma yerdik birlikte, ah bir de meybuz yememe kızmasaydı dört dörtlüktü Türkan Abla. Vefasız sevdiğinden aylarca haber alamamıştı ve bu durum Türkan Abla'yı daha da hüzünlendiriyordu.
Kocaman şehrin hatırı sayılır varoşlarıydık. Konfeksiyon atölyelerinde çalan şarkılar duygularımıza işlemişti, ondandır aşklarımızı bile platonik yaşamaya koyulmuştuk. İki bakkal arasındaki rekabet zamanla abi-kardeş ilişkisine dönüşmüştü ve mahalleli gönülden bir 'oh' çekmişti.
* * *
Her güzel şeyin bir sonu vardır derler, ben bu söze pek de itibar etmem; ama yaşanmış güzel zamanlar yerini anılara bırakmışsa, işte o zaman orada hüzün vardır ve kaçınılmaz sondur. O arabesk ve fantezi kültürünün beşiğine kök salan arkadaşlarımın hemen hepsi kocaman şehrin savurganlığına direnerek günü kurtarma adına çabalamakta.
Mahallelinin Yusuf Amca'sı bir kış günü yine her zamanki gezintilerinden birini yapacakken, karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı vakit hızlıca giden bir arabanın çarpması sonucu yaşamını kaybetti. Yusuf Amca'nın üzerinde yine o yırtık paltosu vardı ve paltosunun ceplerinden çıkan dört ayrı parça; Maltepe paketi, nüfus cüzdanı, beş lira ve Türkan Abla'nın vesikalık fotoğrafı. Ellisine yeni varmış halbuki, amca sayılmazmış, Ankaralıymış ve Türkan Abla'yı o da sevmiş, hem de mahallede yıllarca yankılanan şarkılardaki gibi platonik sevmiş. Yusuf Amca'nın ölümünden bir kaç ay sonra tuttuğu takım Bursaspor, inanılmazı başararak şampiyon olmuştu.
Ne zaman bir Türkan Şoray filmine denk gelsem, mahallemizin o güzel kadınını anımsarım. Ah Türkan Abla, ne çok bekledin o vefasızını. Beklemeden hiç usanmadı, ama bir gün haberini aldı, mahalleden gitmesine yetti bu haber. Vefasızı Avusturya'da yaşayan bir Türkle evlenmiş, iki de çocuğu olmuş. Viyana'daymış. Kim bilir şimdi neredesin Türkan Abla, Yusuf Amca'da fotoğrafının saklı olduğunu hiç düşünebilir miydin?
Unutmadan, iki bakkal dükkânıysa yıllar sonra tek bir süpermarkette vücut buldu. Niyazi Abi günlerinin çoğunu Tekirdağ'da geçirse de ara ara dükkanı yoklamıyor değil, kardeşi Aziz'e güvenmediğinden değil, mahalleliyi ve işini özlediğinden.
Müslüm Baba'nın tahtına yakıştırılan Hakan Taşıyan yeni fiyaka yapmış, Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay'ı birbirine karıştırma dönemleri geride kalmıştı. Mahallenin bakkalı Niyazi abi, kardeşi Aziz'in aynı muhitte bakkal dükkanı açmasına içerlemiş, mahalleli de kırılmaca gücenmece olmasın diyerek her iki bakkaldan alışveriş yapmaya başlamıştı. Niyazi Abi'nin teybi, gece gündüz İbrahim Tatlıses'in kasetlerini domine ederek müşterilere sesini duyururdu, hatta çok eski kasetlerden meşhur bir parça 'ayağında kundura'yı başa sarma mücadelesine çok şahit olmuşumdur. Kardeşi Aziz Abi ise sürekli radyo dinlerdi, belli bir frekans ayarı olmazdı; ama konu Trabzonspor oldu mu, İlker Yasin'in maç anlatımının olduğu frekans tek adresti.
Saçı sakalı epey yol almış bir Yusuf Amca vardı. Mahallenin adeta simgesiydi. Evinin nerede olduğu bilinmezdi ve her zaman mahallelinin rivayet konularına alet edilirdi kaldığı yer. Sürekli gezer, arada mahalleliyle sohbet eder, yırtık paltosunun cebinden Maltepe sigarasını eksik etmezdi. Futbol oynayan bizleri izlediği de olurdu ve her zaman sorduğu ' hangi takımı tutuyorsunuz ' söylemini, ilk kez cevaplıyormuşcasına 'Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş' olarak belirtirdik. Yusuf Amca Bursaspor'u tutuyordu. Neden Bursaspor'u tuttuğunu anlayamazdık, hiç şampiyon olmayan takım tutulur muydu? Yusuf Amca anlamsız bakışlarımıza her seferinde şu cevabı verirdi:
Abimden dolayı tutuyorum. Abim Merinos işçisiydi ve Bursaspor'da Merinos işçilerinin kurduğu bir futbol takımıydı.
Kah futbol oynardık, kah çevremizde her daim yankılanan arabesk ve fantezi müziklere eşlik ederdik; hatta öyle bir eşlik ederdik ki, okulda müzik derslerinde tahtaya şarkı söylemeye çıktığımızda mahallede işittiğimiz hoşumuza giden bir Müslüm ya da bir Orhan şarkısını öğretmenimizin tuhaf bakışları altında 'detone' bir şekilde dillendirirdik. Çalışkan öğrenciler edepli bir şekilde ' pencereye konan kuş' kulvarından giderek nispet yapmayı ihmal etmezdi tabi. Okul yolunda eskitilen klasörlerin hemen hepsinde bir Müslüm Gürses olurdu, ama benim klasörümde hep Galatasaray'ı çağrıştıran amblem, Hagi, Metin Oktay, Popescu gibi çıkartmalar yer alırdı. Oynanan futbolda terletilen formam tabii ki belli renklerden oluşuyordu; sarı ve kırmızı.
Mahalleli, baharın gelişiyle birlikte sokak ortasında halı yıkama sezonunu da açardı. Önce, halıların yıkanacağı alan -herhangi bir apartmanın musluğuna takılan hortum vasıtasıyla- bir güzel temizlenirdi. Temizlenen alana, tüm kışı ayaklar altında geçiren kir tutmuş halılar yığılırdı. Yığılan halılar saatler süren bir mücadele eşliğinde asıl renklerine kavuşurdu. Halı yıkama eylemleri bir de yaz sonu gerçekleşirdi, ama asıl olan yıkanan halıdan çok hortumdan akan suyla oynanan isimsiz oyunlardı. Oynadığımız bu oyunları, yıkanan halının temizlenmesine katkıda bulunma bahanesiyle legal bir hale getirdiğimiz de çok olurdu, hatta bir keresinde Yusuf Amca'da ısrarlarımızı kırmayarak bu oyunlarımızdan birine dahil olmuştu.
Barış Manço pazar günleri bir çocuk programı sunardı, öğretmenimiz de ille de bu programı izlememizi isterdi. İzlerdim izlemesine; ama reklam aralarında bir ekmek, bir yağ ya da bir gofret almaya Niyazi Abi'nin bakkalına gittiğim zaman 'adam olacak çocuk', ulaşılamayan sevgiliye 'mutlu ol' dileğinde bulunan bir İbrahim Tatlıses parçasına dönüşüverirdi. Televizyonda izlenen, haliyle 'çocukça' gelmeye başlanırdı.
Her mahallenin vardır bir güzel kadını. Bizim mahallenin güzeli de Türkan Abla'ydı. Türkan Abla'ya bir çok kişi aşıktı, ama Türkan Abla'da kendi deyimiyle bir vefasıza aşıktı. Bazı günler evinin önündeki merdivenlere oturur diğer mahallelilerle sohbete tutuşurdu -sohbet dediysem de mahallenin olağan dedikodusu dillenirdi- önünden geçen birinin güzel bir söylemine -biz buna laf attı derdik- çapkınca gülümser, maalesef anlamında baş sallardı. Türkan Abla beni severdi, seviyor dediysem öyle değil; kardeşi gibi, çocuğu gibi severdi.Yalan yok, ileride bir sevgilim olduğunda Türkan Abla gibi güzel olmalıydı. Sırf ben Galatasaraylıyım diye Galatasaray'ı tutardı mesela, ya da beni kırmamak için öyle derdi. Çekirdek aldırırdı bana, birlikte çıtlardık çoğu zaman. Yazları kornet dondurma yerdik birlikte, ah bir de meybuz yememe kızmasaydı dört dörtlüktü Türkan Abla. Vefasız sevdiğinden aylarca haber alamamıştı ve bu durum Türkan Abla'yı daha da hüzünlendiriyordu.
Kocaman şehrin hatırı sayılır varoşlarıydık. Konfeksiyon atölyelerinde çalan şarkılar duygularımıza işlemişti, ondandır aşklarımızı bile platonik yaşamaya koyulmuştuk. İki bakkal arasındaki rekabet zamanla abi-kardeş ilişkisine dönüşmüştü ve mahalleli gönülden bir 'oh' çekmişti.
* * *
Her güzel şeyin bir sonu vardır derler, ben bu söze pek de itibar etmem; ama yaşanmış güzel zamanlar yerini anılara bırakmışsa, işte o zaman orada hüzün vardır ve kaçınılmaz sondur. O arabesk ve fantezi kültürünün beşiğine kök salan arkadaşlarımın hemen hepsi kocaman şehrin savurganlığına direnerek günü kurtarma adına çabalamakta.
Mahallelinin Yusuf Amca'sı bir kış günü yine her zamanki gezintilerinden birini yapacakken, karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı vakit hızlıca giden bir arabanın çarpması sonucu yaşamını kaybetti. Yusuf Amca'nın üzerinde yine o yırtık paltosu vardı ve paltosunun ceplerinden çıkan dört ayrı parça; Maltepe paketi, nüfus cüzdanı, beş lira ve Türkan Abla'nın vesikalık fotoğrafı. Ellisine yeni varmış halbuki, amca sayılmazmış, Ankaralıymış ve Türkan Abla'yı o da sevmiş, hem de mahallede yıllarca yankılanan şarkılardaki gibi platonik sevmiş. Yusuf Amca'nın ölümünden bir kaç ay sonra tuttuğu takım Bursaspor, inanılmazı başararak şampiyon olmuştu.
Ne zaman bir Türkan Şoray filmine denk gelsem, mahallemizin o güzel kadınını anımsarım. Ah Türkan Abla, ne çok bekledin o vefasızını. Beklemeden hiç usanmadı, ama bir gün haberini aldı, mahalleden gitmesine yetti bu haber. Vefasızı Avusturya'da yaşayan bir Türkle evlenmiş, iki de çocuğu olmuş. Viyana'daymış. Kim bilir şimdi neredesin Türkan Abla, Yusuf Amca'da fotoğrafının saklı olduğunu hiç düşünebilir miydin?
Unutmadan, iki bakkal dükkânıysa yıllar sonra tek bir süpermarkette vücut buldu. Niyazi Abi günlerinin çoğunu Tekirdağ'da geçirse de ara ara dükkanı yoklamıyor değil, kardeşi Aziz'e güvenmediğinden değil, mahalleliyi ve işini özlediğinden.
Yorumlar
Yorum Gönder