BİR BAŞLANGICIN YANSIMALARI
Yıllar önce Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (SBF) kazanıp kayıt yaptırmak için gelmiştim Ankara'ya. Tandoğan Kampüsü'ndeki rutin kayıt işlemlerini bitirdikten sonra soluğu Kızılay'da almıştım. Varlığından haberim olsa da, bulunduğu yer hakkında en ufak bilgimin olmadığı Mülkiyeliler Birliği, amaçsız o yürüyüşümde karşıma çıkmıştı ve hiç düşünmeden kapısına doğru yönelmiştim. Birkaç saniye sonra bahçesinde bulunan herhangi bir masaya çoktan oturmuştum, hatta bir bira bile söylemiştim. Etrafımdaki masalarda entelektüel sohbetler koyu kıvama ulaşmış, hem yan masadakilere kulak kabartmıştım, hem de gelen biramı yudumlamaktaydım. Biram soğuktu, dahil olmadığım sohbetler hoştu ve keyfim yerindeydi.
Gerçekçi olup, imkansızı isteyen bir amacım vardı bisiklet üzerinde. Televizyon kanallarındaki açık oturumlarda hakkında hemen her gün ahkam kesilen coğrafyaları bisikletimle gezerek, o yerlerde yaşayan insanların yaşamlarına anlık da olsa şahit olmak gibi bir istekle pedal çevirmeliydim. Orada hep bir köy vardı, ama köy uzaktı ve gidilmezdi, sonrasında da o köy bizimdi. Ne garip. Bisikletimle bu garipliğe isyan edercesine ilerlemeliydim. Che Guevara'nın dolu yaşamının dönüm noktasını oluşturan araç değil miydi bisiklet? Bu yolculuğu yaşamalıydım. Yaşarken öğrenmenin heyecanını daha pedalı çevirmeden hissetmeye başlamıştım. Çıkmayı düşündüğüm güne her geçen zaman diliminde yaklaşıyordum ve bazı belirsizlikler de haliyle belirginleşiyordu. Mülkiyeliler Birliği hikayemin başlayacağı yer olmuştu, SBF de güzergahımdaki ilk durak nokta. Bu küçük mesafe, manevi olarak hiç kuşkusuz en büyük mesafe olacaktı.
Her şey hazırdı. Ankara'da ilk biramı içtiğim Mülkiyeliler'e, başlayacağım uzun soluklu tur için gittiğimde bir çok arkadaşımın benden önce geldiğini gördüğüm zaman daha da cesaretlendim. Dayanışma böyle birşeydi. Yapılan kısa sohbetler birbirini izlerken, aynı zamanda bisikletimin son kontrolleriyle uğraşmaktaydım. Mülkiyeliler Birliği'nden dostların da gelmesiyle tur öncesi hep birlikte oturarak çaylarımızı yudumladığımızda gündem tabii ki bisikletti.
Bir tur atmak karşılığında bisiklet sahibi olan arkadaşa misket verdiğim günler, aynı zamanda ders aralarında arkadaşlarımla sınıfın duvarında asılı bulunan büyükçe Türkiye haritasının önüne geçip şehir bulmaca oynadığım günlerdi de. Bulunan şehirler zamanla yerini ilçelere devretmişti. Artık oyunda o kadar ustalaşmıştık ki, ilçeleri de şehirleri bulduğumuz kolaylıkla bulabiliyorduk. Misket karşılığında yaptığım o ufacık turlarda şehirlere, ilçelere gidiyormuşçasına pedal çeviriyordum; başlangıç noktası Bağcılar olan ve son durağı turun mesafesine göre adlandırılan bilmediğim, görmediğim şehirler, ilçeler.
Saat dörtte, 868 rakımlı Mülkiyeliler'den pedallayarak nihayet günlerce, hatta çocukluğumdan bu yana hayalini kurduğum hikayeme doğru yol aldım. Bu duygularıma Siyasal'dan birkaç hocam ve birkaç arkadaşım da bisikletleriyle eşlik etmekteydi. Dakikalar sonra SBF'nin önüne vardığımızda atmosferi ölümsüzleştirmek için fotoğraf molası verdik, soluklandık ve kasklarımızı tekrar başımıza takarak güzergah boyu devam ettik. Solumuzdan geçip gitmekte olan motorlu araçlara aldırış etmeden Dikimevi'ne, oradan da Mamak'a kadar sürdük. Yollar hiç biter mi? Samsun Asfaltı'na vardığımızda önümüzde beliren tatlı yokuştan aşağıya doğru bisikletleri yolun buyurganlığına salıverdik, yer yer pedal çevirdik, kimimiz arkada kaldı, kimimiz mesafeyi açtı; ama kısa sürede bütün bir hal alarak yola devam ettik ve Mavi Göl yol ayrımına kadar birlikte pedalladık.
Jack Kerouac'ın kült kitabı Yolda, düzene isyan edişin, gelenekçi kültürün dayattıklarına bir meydan okuma, kısaca başka bir yaşam mümkündür söyleminin yaşanarak deneyimlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her satırında yeraltı edebiyatını, Beat Kuşağı'nı iliklerimize kadar hissetmemize sebep olan bu deneyim, dünyanın her neresinde olursak olalım aslında yeni yolların, yolculukların, deneyimlerin unutulmamak üzere gerçekleşmesine ön ayak olmaktadır. Yolda'da deneyimlenen otostopun bendeki karşılığı bisikletken, bir başkasında motosiklet, çoğumuzda da tıpkı kitaptaki gibi otostop olabiliyor. Ortak noktası zaten kitabın her satırında beliren hikayeler olarak karşımıza çıkıyor. Anlatılan, anlatılacak olan senin hikayen, benim hikayemdir.
Hocalarım ve arkadaşlarım Mavi Göl'den Ankara istikametine doğru yol alırken, ben de günü noktalamayı planladığım Elmadağ'a doğru ilerleyerek bilinmezliğe tatlı bir heyecan duyarak pedalımı çevirmeye devam ediyordum. Yollarda görüşmek üzere.
Not: Bir sonraki yazıda Kırıkkale ve Çankırı deneyimlerimi aktarmaya çalışacağım.
Mülkiyeliler Birliği'nden uğurlamaya gelen dotlarım Serkan'a, Özge'ye, Mutlu'ya, Maşallah'a, Cihad'a, Deniz'e, Siyasal'ın Rıza Abi'sine, 1859 Kafe'nin emekçisi Batuhan'a, Burak'a, Aygül'e, İrem'e; Mülkiyeliler Birliği'nden Mavi Göl'e kadar bisikletleriyle eşlik eden Mülkiyeliler Birliği başkanı ve aynı zamanda Siyasal'dan hocam olan Dinçer Demirkent'e, Siyasal'dan hocam Özlem Albayrak'a, İlker Akçasoy'a, Demet Sayınta'ya, Nuray'a, Servet Abi'ye, Gülsüm'e, Elmadağ'a kadar beraber pedalladığım Harun'a, son anda aramıza katılan Veli'ye; o gün aramızda olmasalar da bu süreçte dayanışmayı eksik etmeyecek olan tüm dostlara teşekkürler.
(13 Ağustos 2018 tarihinde mülkiyehaber.net'te yayımlanmıştır.)
...
Yorumlar
Yorum Gönder